26 Mayıs 2016 Perşembe

TÜRKİYEDEN KIBRISA GÖNDERİLEN ÖĞRETMENLERİN TARİHÇESİ

1878 Yılında Kıbrıs’ın İngiliz egemenliğine geçmesi ile birlikte eğitimde geri kalmamaları için Kıbrıslı Türklere istekleri doğrultusunda Türkiye’den pek çok öğretmen  Kıbrıs’a gönderilmiştir. Kıbrıslı Türklerin eğitimlerinde ve kültür hayatında büyük emekleri olan öğretmenlerimizin geliş yıllarına göre belirleyebildiklerim şunlardır:
            1878’de İngilizler Kıbrıs’a geldiğinde Türklerin bütün okullarında çalışan 114 öğretmenden 47 tanesi Osmanlı hükümetinden maaş alıyorlardı.
            1901 Yılında Kıbrıs Viktoria İslam İnas Sanayı Mektebi’nin  ilk müdüresi Binnas Hanım Osmanlı Devleti tarafından gönderilmiş 1906 yılına kadar devam etmiştir.
            1905 yılında  Lefkoşa’nın Ömerye  Mahalle Okuluna  Türkiye’den  Nazife Hocanım gelmişti ve maaşı Türkiye’den  yollanıyordu. Birinci Dünya Savaşı çıkınca  bir sene maaş almadan çalıştı ve daha sonra  İngiliz tabiyetine geçti. Müdareke olunca  Türkiye’ye gitti.
            1906 yılında Kıbrıs Viktoria  İslam İnas Sanayı Mektebi’nin  müdüresi olarak Türkiye’den  Seher Hanım gelmiş ve  1924 yılına kadar bu göreve devam etmiştir. Yine aynı yıl içerisinde  Kıbrıs’a gelen   ve 1949 Yılında  Türkiye’de Başbakan olan  Şemsettin GÜNALTAY, 1909 yılına kadar İdadi’de  Hendese, Müsellesat, Hesab, Fizik ve  Türkçe dersleri vermiştir.
            1912 yılında İdadiye  müdür olarak  Türkiye’den Askeri Lisesi ve İstanbul Kız Lisesi’nde hocalık yapmış olan Mehmet Müçteba ÖKTEM  gelmiş ve aralıksız 12 yıl görev yapmıştır. 28 talebe ile aldığı okulu 235 talebe ile bırakan ve Okulda ilk defa bandonun kurulmasını sağlayan, aydın ve bilimsel düşünen öğrenciler yetiştiren Mehmet Müçteba ÖKTEM   ile birlikte  Tabiat öğretmeni  Muhittin Bey, Edebiyat öğretmeni  Sabri  Bey ve Tabiiyet öğretmeni Sabri  Bey gelmiş ve  Birinci Dünya Savaşı çıkınca  müdür dışındakiler Türkiye’ye dönmüştür.
            1924 yılında  İdadi müdürlüğünden Mücteba ÖKTEM ayrılıp Kayseri Maarif Müdürü olarak atanınca yerine   Kabataş'ta biyoloji ve Robert Koleji’nde Türkçe öğretmenliği yapan Kazım Zafir Bey getirildi. Bu kişinin Rum otelinde kaldığı, okula at arabası ile  geldiği için halk tarafından  istenmediği şeklinde dedikodular çıkınca üç ay sonra geri gitti.Yine bu sene içerisinde  Şevket Süreyya AYTAÇ  adında genç bir Edebiyat-Felsefe öğretmeni Kıbrıs’a gelmiş ve Lisede ilk izcilik  teşkilatını kurmuştur. Şevket Süreyya AYTAÇ daha sonraki yıllarda İzmir Maarif Müdürü oldu.
            1924-25 Öğretim yılında Viktorya  Kız Lisesine Müdür olarak Türkiye’den  Suade REŞAT Hanım gelmiştir.
            1925 yılının Eylül  ayında  Bolu Milletvekilide olan ve Atatürk’ün büyük nutkunda da   ismi geçen  Şair Kazım Nabi DURU, Sultani olan ismini değiştirerek   Kıbrıs İslam Lisesi yaptığı okula müdür  olarak geldi. Yenilikçi uygulamalarla dikkat çekti. Evkaf ile anlaşmazlığa düşerek iki yıl sonra adadan  ayrıldı. Kazım  Nabi DURU ile birlikte Türkiye’den  Matematik öğretmeni Ahmet Niyazi  Bey, Tabiyye Öğretmeni  Hadi KADINOĞLU, Tarih Öğretmeni Urfa’lı Hasan İhsan Bey, Kıbrıs’a gelmişlerdir.18-8-1927 tarihinde Müdürlükten ayrılan Kazım Nabi Duru’nun yerine Hasan İhsan Bey vekaleten atanmıştır.
            Aynı yıl içerisinde  Türkiye’den Emine Mukaddes ve Fahriye Hanım adlarında  iki öğretmen adaya geldi. Kıbrıs’ta ilk ana okulunu açtılar. Fahriye Hanım kocasından ayrılınca Kıbrıs’tan erken  ayrıldı. Emine Hanım iki sene  kaldı.
            1926-1927 yılında açılan Arabahmet Ana Okulu’na   Rahme Hacı Mehmet isimli birisi getirilerek müdür yapıldı.
            1933 yılında  Kıbrıs Türk Erkek Lisesi Müdürlüğü’ne  Öğretmen Marşı yazarı Şair  İsmail  Hikmet ERTAYLAN Türkiye’den geldi ve iki yıl bu görevde kaldı. Bazı kaynaklar  eşininde Kız Lisesine müdür olduğunu belirtmektedirler. İsmail Hikmet ERTAYLAN ile birlikte  Türkiyeden Halil Rıfat Bey ve  Reşat Bey’in geldiği biliniyor. İsmail Hikmet ERTAYLAN  Kıbrıs’ta ilk defa bir okul dergisi çıkartmış ve İngilizlerin adaya kitap sokmadığı bu yıllarda  Kıraat Kitabı’nı  yazarak öğrencilerin bu konuda  kitapsız kalmasını önlemiştir.
             Şair Hikmet Taşkent, T.C.'nin Lefkoşe Konsolosluğu'na 1939 yılında görevli gelmiş ve adına Çığ'cılar denilen edebi hareketin oluşmasına öncülük etmiştir. Şiirlerinde Bursalı takma adını da kullanıyordu. 1945 yılına kadar Kıbrıs’ta edebiyat öğretmenliği yapmış ve  Kıbrıs dönüşü Ankara'da yayımladığı ilk şiir kitabını Kıbrıs'lı dostlarına "ithaf" etmiştir.
            1943-1944 öğretim yılında  Lefkoşa İslam Lisesi’ne  bağlı  Baf, Mağusa ve Limasol’da  açılan  ortaokullara  Türkiye’den öğretmenler gelmiştir. Baf’ta çadırda  başlayan okula  Müdür olarak Burhan DEMİRİZ ve Öğretmen olarak Ömer  Topaloğlu Türkiye’den geldiler.
            24 Temmuz 1948 günü İstanbul Özel Işık Lisesi Müdürü  Sacit ÖNCEL  başkanlığında  51 Türkiye’li öğretmen  Kıbrıs Türk Öğretmenler Birliğinin davetlisi olarak  adaya geldiler. Kafilede Milletvekili  Hasane  Ilgaz ve Kadın Gazetesinden  İffet Halim Oruz vardı.
1948 yılından itibaren  İngiliz yönetimi  Türkiye’den sözleşmeli öğretmen getirilmesini benimsemişti. Bunun üzerine 1948-49 öğretim yılında  Türkiye’den Kimya öğretmeni  Avni YAKALIOĞLU, Matematik öğretmeni Burhan TİNÇER ve Edebiyat öğretmeni ve yazar Naim BULUÇ  Kıbrıs’a geldiler.
                        1950-1951  öğretim yılı Şubat ayında gelenler: Türkçe öğretmenleri Şair İbrahim Zeki BURDURLU ve Mehmet DURULGAN, Şair Halid AKARCA, Mehmet ÖNER, Mehmet IRMAK, Orhan URAL,  Şair Hüseyin GÜRTUNCA, Lütfı GÜLSEN,   Tarih öğretmeni Ali Çengiz GÖKOĞLU, Çoğrafya öğretmeni Emin ÇAKIROĞLU, Matematik Öğretmeni Abdullah EVRENOS, Kimya öğretmeni Zeynep EVRENOS, Fizik Öğretmeni Cemil FENMAN, Biyoloji öğretmeni Mübeccel FENMAN, Matematik- Fizik öğretmeni Sabri BEŞER Kıbrıs’a gelmişlerdir ve 1953-54 Öğretim Yılı sonunda Kıbrıs’tan ayrılmışlardır.
            1952 Yılında  Viktorya  Kız Lisesi Müdürlüğü’ne  Semahat ÖZLEM Türkiye’den geldi. 
            1955-1956 ders yılında  Erkek Lisesi Müdürlüğü’ne  Türkiye’den Nazım YÜCEL getirilmişti.
            1956 yılında  Viktorya  Kız Lisesinde Türkiye’li olarak  Leman  DOĞAN, Nazmiye SOYKUT, Leman O.FERİDUN(Müdüre), Sebahat OKAN, Semiha IRMAK, Saime KORUR, Oral ÇİLİNGİROĞLU ve Melike VELİ  öğretmen olarak çalışıyorlardı.Ayrıca yine bu sene içerisinde  Lefke Sanat Okulu Müdürlüğü’ne Türkiye’den Ömer ATEŞOĞLU  gelmiştir.
            1956-1957 ders yılında  Erkek Lisesi Müdürlüğü’ne  Türkiye’den Hayri GÜNDEM getirilmişti.
            1959 yılında Atatürk Enstitüsü’ne Nigar GÜMÜŞ atanmıştı.
            24-11-1959 tarihinde Edebiyat öğretmeni olarak Ünlü Bayrak şiirini yazan  şairimiz
Arif Nihat ASYA ve eşi  Kimya Öğretmeni  Servet ASYA  Lefkoşa Türk Lisesi’nde göreve başladılar. 31 Ağustos 1961 de adadan ayrılmışlardır.,1961 yılında Arif Nihat ASYA ve eşi dışında  daha sonraki yıllarda Ankara Atatürk Lisesi Müdürü ve Mardin Miletvekili olan Şevki ALTINDAĞ ve Mehmet ÖMER, öğretmen olarak bulunuyorlardı. Adnan Menderes Kız Lisesi’ne Nezahat ERKENER, Bedrünnisa SİVRİOĞLU, Mediha ÇAĞDAŞ, Aliye Maide EMİNLİ, Mübeccel ATAMER, Perihan ÇELİKEL, Namık Kemal Lisesi’ne Osman  AYBASTI, Selahattin  BAŞİPLİKÇİ, Saadettin KUTLU, Kurtuluş Lisesi’ne Muzaffer ÖZENÇ, Bekir ALPYILDIZ, 19Mayıs Lisesi’ne Neşvet ULUASLAN, İsmail Hakkı MUMCUOĞLU, Kemal ÇİZER, Haydarpaşa  Ticaret Lisesi’ne Prof. Rıza AKBORA, Ziya  NARİN, Mehmetçik Ortaokulu’na  Yasin  Öztan, Gazi Ortaokulu’na   Mezuka TÜNAYDIN, Nedim HARMANKAYA, Atatürk Enstitüsü’ne Zeynep AKMAN,   Türk Yapı Enstitüsü’ne Mustafa TUĞ ve İsmet DANİŞ,  Erkek Sanat Enstitüsü’ne   Osman ÖZGÖNÜL, Fazıl PEHLİVAN, Halis ÇETİNKAYA, Fikret ŞAHİN, Kamil ÖĞÜNAL, Halil ÖZKULA, Mağusa Akşam Kız Sanat Okulu’na  Mualla ÖZÜN tayin edilmişlerdir.
1960 yılında Atatürk Ortaokulunda  Türkiye’den gelen şu öğretmenler bulunuyordu:
L.KISAGÜN, G.MUTLUAY, Nedime ERSAN, Fethi KISAGÜN, Emine GEDİKOĞLU, Fethi AYANLAR, N. ERTAN, Zeynep SİMER, Haluk SİMER, Kıbrıs’a milli oyunları getirip yayan Mümtaz CÖNGER, Nedime ERSAN, Zafer ŞAN Bey ve Kıbrıs’taki ilkokul öğretmenlerinin bir çatı altında  toplanması için büyük uğraş veren ve Ahmet Kutsi Tecer’in “Köroğlu” oyununu sahneye koyan Okul Müdürü  Şevket GEDİKOĞLU bulunuyordu.
            1960 yılında Özker YAŞİN’in yazdığı “Namık Kemal Kıbrıs’ta” adlı  şiiri o zaman Kıbrıs’ta görev yapan Türkiyeli  Müzik Öğretmeni Kemal  GÜNDÜZ tarafından “Namık Kemal Kıbrıs’ta Kantatı” halinde bestelemiş ve lise  salonunda  koro tarafından seslendirilmiştir.
            1960 yılı Kasım’ında           Lefkoşa Türk Kız Lisesi’ne  Mehmet DÜZGÜN, Aliye Biray,  Lefke Erkek Sanat Enstitüsü’ne gelen ve sonraki yıllarda  40 yıl eğitime emek veren ve Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı olan Abdullah NİŞANCI, A.Erdoğan ALTAY, 19 Mayıs  Lisesi’ne Halil BOZKURT  atandılar.
            1960-1961 ders yılında Lefkoşa Türk Kız Lisesi’ne Mediha BALKAN, Lefkoşa Türk Lisesi’ne Hüseyin GÜRTUNCA, Emine AKMANDOR, Kurtuluş Lisesi’ne Feriha ÇOŞKUN, Orhan URAL, Sezai ERGÜN, Mehçüre SEZER, Tayyar TEMİR, Namık Kemal Lisesi’ne Orhan H. ÖZTÜRK, Sebahattin GÜVEN, 19 Mayıs Lisesi’ne Nihal ARKAYIN, Fethi TANAÇ, Atatürk Enstitüsü’ne  Mehmet BARUT, Tavas Lisesi Müdürlüğü yapmış
olan Emin ÖZSAYAN, Muhlis SİVRİOĞLU, Bayraktar Ortaokulu’na Mualla ERDOĞAN ve Mustafa ERTUNÇ , Hürriyet Ortaokulu’na Nilüfer DURAL ve Mustafa TEKSOY  atanmışlardı.
            1961 yılında  Lefke Erkek Sanat Enstitüsü’ne  Ali ERDOĞAN, Abdullah  ERKILIÇ, Atatürk Enstitüsü’ne  Güzide KARAOĞLAN, Köşklüçiftlik Uygulama İlkokulu’na Hamide UĞURALDA  Türkiye’den gönderildi.
            1962-63 ders yılında Öğretmen Koleji’ne Türkiye’den gelen Mualla ARUZ adında bir bayan öğretmen  ilk halk oyunlarını  Kıbrıs’ta öğretmiştir.
            1963 yılı olaylarından sonra  Türk tarafındaki bütün okullar kapatılmıştı. Ancak İngilizce eğitim veren okulların açılması üzerine  T.C. Kültür Ateşesi Emin SOYSAL, Maarif’e başvurarak Türk okullarınında açılmasını sağlamıştır.
1970-72  yılları arasında  Türkiyeden  gelen Halil YALÇIN, 33 İlkokul öğretmenine  çocuk danslarını öğretti.
1974 Mutlu Barış Hareketi’nden sonrada Türkiye’den gelen görevli öğretmenler eğitim alanının yanı sıra Kıbrıs kültürüne ve sosyal hayatınada hizmet etmiştir ve etmeye devam etmektedir.
2002-2003 öğretim yılında Türkiye’den görevli öğretmenlerden Gülhis Topçu, Bayram Ali Güloğlu, İlhan Derse, Erdal Yayman, Mehmet Koç ve Necla Taşkıran tarafından Toygun Orbay’ın  “21:15 Treni” adlı tiyatro oyunu 5 Haziran  2003 tarihinde kalabalık bir izleyici karşısında sahnelenmiştir. Yine aynı yıl içerisinde yaklaşık 25  görevli öğretmen tarafından  “Atatürk Oratoryosu” başarı ile sahneye konmuştur.
Ayrıca   aynı yıl içerisinde Türkiye’den görevli öğretmenlerden Ahmet  Tütüncü’nün girişimleri sonucu bütün görevli öğretmenlerin katılımı ile  Ercan Yolu üzerinde “Türkiye’den Görevli Öğretmenler Ormanı”  için ağaç dikimi yapıldı. Bu öğretim yılı sonunda Görevli öğretmenlerden Canan Nehbit tarafından geliri “SOS Çocuk Köyü’ne bırakılmak üzere bir sergi açılmıştır.






7 Kasım 2015 Cumartesi

KIBRIS’A İLK GELİŞİM


30 Eylül Pazartesi bakanlıktan elimize verilen uçak biletleri içimizde büyük bir heyecan uyandırmıştı. Sadece bir öğretmen yol arkadaşım vardı.  Onunla beni havaalanına ulaştıracak otobüse bindiğimiz zaman ikimizi de bir heyecan sarmıştı. İçimizde kıpırtılar oluşmuştu. Çünkü hem yeni yerler göreceğiz hem de ilk kez uçak yolculuğu yapacaktık. Ancak otobüs bir türlü Esenboğa Havaalanına ulaşamıyor, saatler geçiyordu. İçimizdeki heyecan yavaş yavaş kızgınlığa dönüşüyordu. İki öğretmen olarak kendi kendimize durmadan söyleniyorduk.
Saatler sonra Esenboğa Havaalanı uzaktan görüldü. Otobüs önce C Terminali’ne uğradı. Biz otobüsten inmedik. Daha sonra A Terminali’ne gittik. Çantalarımızı alıp KTHY önüne geldik. Çantalarımızı vereceğimiz de arkadaşıma sizinkiler hafif ek olarak bir iki valiz verelim dediler. Ancak biz istemedik. Çünkü içinde ne olduğunu bilmediğimiz çantaların sahibi olarak uçağa binmek istemedik.
Daha sonra pasaport kontrolünden geçerek alt katta beklemeye başladık. Havaalanındaki uçakları incelemeye ve yorumlar yapmaya başladım. Genel kanım uçakların eski ve fazla boyalı olduğu idi. Uçağımızın yarım saat rötarlı kalkacağını öğrenince oturup kitap okumaya başladım. Kitabın adı “Dönüşümcü Liderlik” yani vizyon sahibi bir lider nasıl olmalı? konusunu işliyordu. Kitaptan başımı kaldırınca kalabalığın kapıya hızla yaklaştığını gördüm. Ben de kalabalığa karıştım. Havaalanı iç otobüsü ile uçağın merdivenlerine geldim. Merdivenden çıkarken şöyle bir dönüp ülkeme baktım ve Süleyman Demirelvari bir selam verdim.
Kendimi uçağın içinde bulduğumda yerime oturdum ve hemen emniyet kemerini bağladım. Ben ki otomobilde bile hemen emniyet kemerini bağlayan Mehmet uçakta bağlamaz mı? Hem de ininceye kadar hiç açmamasına kilitledim.
 Çoğunluğu üniversite öğrencisi olan bütün yolcular oturunca “Oya Başar” benzeri bir hostes tam ortada çeşitli hareketler yapmaya başladı. Bir başka hosteste yaptığı hareketleri anlatıyordu. Nedense aklıma Levent Kırca skeçleri geldi. Gülmeye başladım. Özellikle denizcilikte kullanılan can yeleklerini nasıl takacağımızı ve şişireceğimizi anlatırken yanımdaki arkadaşıma
“-Yanlış şey anlatıyor. Onlar denizde kullanılır. Bize paraşüt nasıl kullanılır anlatsa olmaz mı? Deyince gülerek hak verdi.
Artık yavaş yavaş pist üzerinde uçak hareketlenmeye başladı. Birden aklıma Kemal Sunal’ın ölümü geldi. Başımın şiddetle ağrıdığını hissettim. Yanımdaki öğrenciye nereli olduğunu sordum. Hemşehrim olduğunu öğrenince memleketimizin güzelliklerini anlatmaya koyulduk. Amacım heyecanımı atmaktı. Birden bulutların üzerinde olduğumu gördüm. İçime korku düştü. Pilotun havanın bulutlu olması nedeniyle uçağın türbülans yapabileceğini korkmamamız gerektiğini söyledi. Bu korkumu daha fazla arttırdı. Burada arkadaş pencere perdesini kapattı. Artık daha rahattım. Uçağa zamanla alıştım. Alıcı gözle içini iyice inceledim. Daha sonra kanatları ve kanat üzerindeki kanatçıkları inceledim. Çok ilgimi çekmişlerdi. Artık aşağıya bakabiliyordum. Sanki Karadeniz Dağları’na çıkmış gibiyim ve bulutlar aşağıda kalmıştı. Tuz Gölü’nü görme girişimim başarısızlıkla sonuçlandı.
Hostesin verdiği soğuk yemekleri yerken ve sade gazozumu içerken mutlu hissediyordum.
Artık ada kendini göstermeye başlamıştı. Önce yeşillikler sonra kıraç topraklar gözüktü. Uçağımız Geçitkale Havaalanına inecekti. İyice yaklaştık ve hızla tekerlekler yere temas etti. Müthiş bir ses çıkardı. İçimden bu pilot kesin acemi dedim. Ben olsam buna zor ehliyet verirdim.

Uçaktan çıktım. Otobüse binmeden yürüyerek çıkış kapısına gittim. Aklıma 1974 Barış Hareketi geldi. Pasaport kontrolünden sonra çıktım. Valizimi aldım ve havaalanını terk ettim. Dışarıda hava mevsimine göre çok sıcaktı. Birden karşımda bir karton üzerinde benim ve arkadaşın adlarını gördüm. O kişiye doğru koştum. Ben kendimi tanıttım. Sanki kardeşini bekleyen biri gibi beni kucakladı. Bize kendini tanıttı. Arabasına bindik. Lefkoşa’ya doğru yola çıktık.   

28 Mart 2014 Cuma

Bellapais Manastırı



           
GOTİK sanatın eşsiz örneklerinden biri olan manastır, Beşparmak dağlarının eteklerinde kurulmuştur. Fransızca "Abbaye de la Paix" yani "Barış Manastırı" sözcüklerinden bugünkü adı doğmuştur.
            Manastırın ilk sakinleri 1187 yılında Kudüs’ten göç eden Augustinian mezhebi rahipleridir. İlk manastır binasının yapımı 1198 - 1205 yılları arasındadır. Bugün görünen yapının büyük bir kısmı Fransa Kralı III. Hugh tarafından (1267 - 1284) inşa ettirilmiştir. Avlunun etrafını çeviren revaklar ve yemekhane ise Kral IV. Hugh döneminde (1324- 1359) yapılmıştır.  
              Kıbrıs Osmanlılar tarafından alındıktan sonra manastır, Yunan Ortodoks Kilisesine verilmiştir. Avlunun yanındaki kilise manastırın en iyi durumdaki kısmıdır. Ön yüzdeki İtalyan freskleri 15. yy’da yapılmışlardır. Avludaki iki mermer lahit bir dönemler rahipler tarafından lavabo gibi kullanılmıştır. Lahitlerin arkasındaki kapıda, Kudüs, Lüzinyan ve Kıbrıs krallıklarının armaları asılıdır. Manastırın yemekhanesi de Gotik sanatın eşsiz örneklerindendir. Orta avlunun doğusunda rahiplerin iş odaları ve meclis odaları yer almaktadır. Meclis odasının ortasındaki sütunun ise erken dönem Bizans kilisesine ait olduğu düşünülmektedir. Rahiplerin yatakhaneleri ile hazine odası üst katta yer almaktadır. 

KAZIM ZAFİR’İN ÇOCUKLARA BAKIŞ AÇISI



Kazım Zafir’in çocuklara bakışına geçmeden önce bazı noktaları belirlemede fayda vardır. Bunlardan birincisi Kıbrıslı öğrencilerin durumu:
Öncelikle  5 yıl öğretmenlik yapmam ve iyi bir gözlemci olmam nedeniyle Kıbrıslı öğrencilerin bizim Anadolu öğrencilerine göre çok farklı olduğunu söyleyebilirim. Birincisi bütün Kıbrıs halkında olduğu gibi çocuklarında da Osmanlılar tarafından İngilizlere satıldıkları düşüncesi yaygındır. Dolayısıyla Türkiye’den gelenlere bir kırgınlık ve hırçınlık gösterisi yaparlar. Bunun sonucunda da zor kabullenme vardır. Çünkü Türkiye’den gelenlere güven duyguları azdır. Bu duyguları kişinin kendi çabaları arttırabilir. Bazen de azaltabilir. Bu durumun Kazım Zafir zamanında da aynı olduğuna inanıyorum.
Bir diğeri Kıbrıs çocukları, İngiliz kültüründen etkilendikleri için kişisel haklarına daha fazla sahip çıkar. Dolayısıyla haklarını ararken patavatsız hareket edebilirler. Bu da Bizim Türkiyeli Öğretmenler tarafından saygısızlık olarak algılanır. Örneğin Kıbrıslı  bir öğrencimin  bana göre yaptığı bir olumsuz hareketi üzerine sesimi yükseltmem nedeniyle bana “Ne bağırıyorsun hoca” demesi beni çok şaşırtmıştı. Oysa Anadolu’da öğretmenlik yaparken olayı tam kavramadan acele ile  hak etmediği halde bağırdığım öğrencilerimden böyle bir tepki hiç duymamıştım. İnanıyorum ki Kazım Zafir’de böyle beklemediği tepkilerle karşılaşmıştır.
Anadolu’daki aile yaşantısında aile büyüklerine saygı çok fazladır dolayısıyla küçükler söyleyecekleri lafları ölçerek söylerler, lafın nereye gideceğini hesap ederler. Oysa Kıbrıs Toplumunda istisnalar dışında kişiler kendilerini merkez görürler ve her şeyin kendisi için yaratıldığına inanırlar. Örneğin bir öğrencinin bana siz bana hizmet için buraya geldiniz. Dolayısıyla “siz benim hizmetçimsiniz” türünden bir laf söylemesi beni şaşkınlığa ve kızgınlığa uğratmıştı. Kazım Zafir’inde karşılaştıkları bunların dedeleri, ataları idi.

Bir ikincisi Kıbrıs’ın o zaman ki içinde olduğu durumdur. İngiliz olmayı kabullenemeyenlerin evini, yerini bırakıp Anadolu’ya göç ettiği, evini bırakmayanların istemeden de olsa İngiliz tabiiyetine geçtiği, İngilizlerin aşırı propagandaları ve İngiliz yanlılarının ve casuslarının cirit attığı bir ortam, fakir halkın ekmek bulamadığı ve zengin okumuş üç beş kişinin avare dolaştığı ve üretim ve hizmet sektöründe çalışanların yanına aldıkları çırakların ailelerinden para aldığı ve Rum basılarına maruz kaldığı bir ortam vardı.
İşte bu ortamda ailelerin psikolojik durumlarının ve onlardan etkilenen çocuklarının çok sağlıklı olduğunu söylemek zordur. Bu sağlıksız ortama gelen kişinin de psikolojisi elbette etkilenecektir. İşte Kazım Zafir’in bulunduğu ortam bu idi.
            Kazım Zafir’i Kıbrıs’a getiren nedenlerin başına maddiyat olduğuna inanmıyorum. Kesin olarak alacağı paranın kaç lira olduğunu bilmiyoruz ancak o devirde birinci sınıf bir öğretmenin yaklaşık 120 sterlin aldığını göz önüne alırsak yaklaşık yıllık 1500 sterlin için düzenini bozup gideceğine inanmıyorum. Gitmesinde bence en büyük sebep dine hizmet, vatana hizmet ve çocuklara hizmettir.
            Kazım Zafir’in her şeye karşılık çocuklara sevgi ile baktığını, onlara değer verdiğini düşünüyorum. Şöyle ki çocuğu arabası ile hisarda gezdirmesi onu ne kadar sevdiğini göstermesi açısından önemlidir. Bu günün şartlarında düşünmemeliyiz. O şartlarda bir lise müdürü, hoca, hatta bazılarına göre doktor gibi pek çok vasıfları olan bir kişinin bunu yapması kolay değildi.
            O devirde öğretmenler öğrencilere karşı çok serttiler, falaka yiyerek okuyan öğretmenin bunu yapması doğaldır. Örneğin, Kazım Zafir zamanında Türkiye’den görevli Hadi Kadınoğlu isimli öğretmenin çok sert olduğunu ve dayak attığını pek çok kişi anılarında anlatmaktadır. İşte bu okulda müdürlük yapan Kazım Zafir’in öğrencilerine iyi yönden yaklaştığını örneklerden görüyoruz. Mesela Okulun penceresinden sokakta giden kadına laf atan bir öğrenciye kızmak yerine Komisyonla karşı karşıya geleceğini bilerek komisyona okul binasını  şehir dışına taşıyın diye teklif etmesi, yine çocuğu gezdirmesi nedeniyle kendisine laf atan öğrencilere kızıp dayak atmak veya disipline vermek yerine onları konferans salonuna toplayıp bilgi ve öğüt vermesi bunun göstergesidir.
            Osmanlıdan kalan bir adetle o zamanları özellikle cahil halkın okul deyince aklına hemen Kur’an öğrenilen sıpyan mektepleri gelmekteydi. Onun için bu mekteplerde olan kuralların her yerde geçerli olduğuna inanıyorlardı. Aykırı davranış bir dedikodu malzemesiydi. O zaman ki ismi ile Sultaniye’nin de  bu okuldan pek farkı yoktu. Onun için Kazım Zafir’de çeşitli düzenlemeler yapmaya çalışmıştı. Hatta bu düzenlemenin olabilmesi için öncelikle okulun yeni bir binaya taşınması gerekiyordu. Nitekim Kazım Zafir’den 5 yıl sonra okul başka bir binaya taşındı. Ders planlarında değişiklikler yaptı. Yeni programlar hazırladı ve komisyona sundu. Komisyon kabul etmedi. Uygulamaya koyduğu bir beden eğitimi dersinde öğrencilerin atletle hareket yapması yadırgandı ve tepki gördü. Bu düzensizlikte çalışamayacağını anladığı için ve ilkelerinden taviz vermediği için adadan ayrıldı. Onun yerine gelen Kazım Nami bu düzenlemeleri uygulamaya koydu. Fakat o da iki yıl dayanabildi.   
              




             

D.R. FAZIL KÜÇÜK MÜZESİ MÜDÜRÜ VE HALKIN SESİ GAZETESİ YAZARLARINDAN ALTAY SAYIL İLE ROPÖRTAJ:



M.K.: Görüşme önerimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Konuyu size gönderdiğim e-mail ile bildirmiştim. Araştırma konum eski lise müdürlerimiz den Kazım Zafir’le ilgili. O dönemdeki Kıbrıs Türkleri hakkında kısaca bilgi verebilir misiniz?

Müdür A.S.: 1920 yıllarda Kıbrıs Türk toplumu çok fakirdi. Anadolu’da var olan çaresizlik, yoksulluk ve ileride ne olacağını bilememe bizim toplumumuza da aynen sirayet etmişti. Belirsizlik dedikoduları da beraberinde getirmişti.
M.K. :Siz de Kazım Zafir’le ilgili herhangi bir resim veya bilgi var mı?

Müdür A.S.: Biliyorsunuz ben eski fotoğraf koleksiyoncusuyum. Bende o zaman ki lise binasının resimleri var. Kazım Zafir’in resimleri maalesef yok. O devirlerde bazı müdürler geçici olarak geliyorlardı. Acaba bu da geçici miydi? Mesela bende daha önceki müdür Mücteba Öktem’le ilgili bir dosya var.  Yine Kazım Nami Duru ile ilgili bir dosya var.

M.K. Öncelikle Kazım Zafir araştırmalarımıza göre geçici değildi. Anlaşmazlıklar sonucu geri döndü. O zaman ki lise resimlerini alabilir miyim?

Müdür A.S.: Ben sekreterime söyledim. O arşivlerimi arayacak. Bulursam bir ay içerisinde sizin e-mailinize gönderirim. Benim öyle bir fotoğrafı bulmam biraz zaman alır.

M.K. : bu araştırmamda eski kaynaklara ulaşma da çok zorlandım. Neden Kıbrıs’ta bunlar düzenli tutulmamış acaba?

Müdür A.S.: Başta da söylediğim gibi fakir bir toplum olduğumuz için bu tür belgeler kimi zaman satıldı. Türkiye’den araştırmaya gelenler bu tür belgeleri beraberlerinde Türkiye’ye götürdüler veya Kıbrıs’tan çıkıp çeşitli ülkelere gidenler yanlarında bu tür belgeleri alıp götürmüşlerdir. Bazıları da savaşlar sırasında yakılmış, yıkılmış veya kayıp olmuştur. Biz Milli Arşivi çok sonralar kurduk.

M.K. : Lefkoşa Türk Lisesi binaları hakkında bilgi verebilir misiniz?

Müdür A.S.: Lefkoşa Türk Lisesi  kurulduğundan beri 3 ayrı binada hizmet vermiştir. Bu binaların ikisi surlar içerisindedir. Surlar içerisindeki bu eski lise binaları koruma altında olduğu için günümüzde sadece restorasyon yapıldılar. Aslına uygundurlar. Eski fotoğrafları ile şimdiyi karşılaştırırsanız hemen hemen aynıdır.

M.K. Eski fotoğraflarınızı bekleyeceğim. İlginize teşekkür ederim.

Müdür A.S.: Bizde sizden yardım bekliyoruz. Özellikle Konya’dan Kıbrıs’a tarih boyunca  göç eden aileler hakkında bir araştırmamız var katkı yaparsanız seviniriz.

M.K.: Memnuniyetle. Elimden geldiğince yardımcı olacağım. Görüşmek üzere …..



LEFKOŞA TÜRK LİSESİ MÜDÜRÜ MERYEM ÖKSÜZOĞLU İLE KAZIM ZAFİR HAKKINDA ROPÖRTAJ




M.K.: Öncelikle bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. Bizim araştırmamız Lefkoşa Türk Lisesi’ne 1925 yılında İstanbul’dan müdür olarak gelen Kazım Zafir hakkındadır. Bu konuya geçmeden önce lisenin Kıbrıs Türk toplumu için tarihte ve günümüzde önemi nedir.?

Müdür M.Ö. : Lefkoşa Türk Lisesi’nin temeli 1862 yılında Lefkoşa’da açılan Rüstiye mektebidir. Bu mektep 1897 yılında İdadi’ye çevrilmiştir. Bu okulun Kıbrıs Türk toplumunun var oluş mücadelesinde önemli bir yeri vardır. LTL'nin ülkenin sosyal yaşamına da büyük katkıları vardır.  Bugün olduğu gibi geçmişte de okul içinde çeşitli faaliyetler yapılarak toplum dinamizmini ayakta tutmaktadır.

 M.K.: Lefkoşa Türk Lisesi’nin geçmişi  hakkında ve özellikle de kazım Zafir Bey’le ilgili bir araştırmanız var mı?

Müdür M.Ö. : LTL ile ilgili olarak bir araştırma yaptım. Bu araştırmam yakında kitap olarak yayınlanacaktır. Ancak burada ben sadece müdürlerin kimler olduğunu ve hangi tarihlerde gelip gittiğini araştırdım ve buldum. Özel olarak hiç biri ile ilgili bilgi toplamadım. Benim araştırmam daha çoğunlukla lisemizin toplumumuzdaki yeri ile ilgilidir.

M.K. : Kazım Zafir’le ilgili olarak konuşmamız öncesinde size aktardığım bilgilere ilave edeceğiniz herhangi bir bilgi var mıdır?

Müdür M.Ö.: Öncelikle sizi kutlamak istiyorum. Bu kadar kısa zamanda bu  kadar bilgi ve belgelere ulaştığınız için. Bizde bu bilgi ve belgelerden yararlanmak isteriz. Söylediğim gibi bende sadece okula geliş ve ayrılış tarihleri var, onlarda yanımda değil. Bana telefonunuzu verirseniz, bakarım eğer farklı ise sizi ararım değilse aramam. Üzgünüm bizde daha fazla bilgi yok.

M.K. : O devirlerde Türkiye’den gelen müdürler çok kısa zaman kalıp geri dönüyorlardı. Sizce bunun nedeni nedir?

Müdür M.Ö.: Öncelikle  o devirlerde Evkafın başında bulunan M.Münir Bey İngiliz yanlısı olduğu için Lise müdürlüğünde  bir İngiliz görmek istiyordu. Biliyorsunuz bu kişiye Kraliçe “Sir” unvanını vermişti.  Bir de  o devirlerde Lefkoşa’da dedikodu ortamı vardı. Galiba bir de Türkiyeli müdürleri sıla hasreti tutuyordu.

M.K. Okul müdürler panosuna içeri girerken baktım. Kazım Zafir Bey’in fotoğrafı yoktu. Bir fotoğrafını size hediye etmek istiyorum. Panoya koymanız için.

Müdür M.Ö. : Çok teşekkür ederiz. Demek Kazım Zafir bu muymuş?

M.K.: Biz teşekkür ederiz. Görüşmek dileği ile… .

Kısaltmalar: LTL: Lefkoşa Türk Lisesi, M.Ö. :Meryem Öksüzoğlu, M.K. Mehmet KOÇ

10 Mart 2014 Pazartesi

BENİM MEMLEKETLİM



            Evimizin arka bahçesinde  yan yana  özellikle ikisi kucak  kucağa  göğe  doğru yükselen, diğerlerinden farklı üç ağaç vardı.
            Yaklaşık  on beş metre uzunluğundaki  bu ağaçlar, diğer ağaçların tersine yere yakın kısmı ince  ve yukarı doğru gittikçe kalınlaşarak  en tepede en büyük çapa erişiyorlar.Rüzgarda kolaylıkla kırılır diye düşünürken, esen rüzgarlarda diğer ağaçlar depreme tutulmuş ev gibi sallanırken bu ağaçlar kılını bile kıpırdatmıyorlar. Hızarların kesmekte zorlandığı bir gövdeye sahip olan ağacın, sanki her tarafından dallar çıkmış ve bu dallar gövde boyunca düzgünce budanmış, izleri kalmış bir görüntü veriyorlar.
            Gövdenin tepesinde yer alan küme halindeki dalların  kenarlarına hızar dişi gibi yaprakları sıralanıyor. Bu koyu yeşil yapraklar, Hindistan taraflarında kurutularak kağıt olarak kullanılıyorlar.
            Sonbaharı son aylarında  bahçemizdeki üç ağacın ikisinin yaprakları arasında bir dala bağlı büyük salkımlar halinde yeşilden sarıya, sarıdan kırmızıya renkli meyveleri bulunuyor. Pek çok ülkede ekmeğin yerini tutan bu küçük, kuru ve az tatlı çeşidinin yanı sıra yumuşak iri ve ballı çeşidi de bulunuyor.
            Bahçemizdeki üçüncü ağaç  iki senedir meyve vermiyor. Tepesinde daha fazla dallar, dalların arasında kuru kuru yapraklar... Bir tembellik abidesiydi sanki  meyve veren ağaçların yanında.. Görecek gözüm yoktu onu. Baharda açtığı çiçekleri hiç meyve vermeden soluyorlardı. Ancak dikkatli bakınca haksızlık yaptığımı anladım. Çünkü o bir erkekti. O ağacın çiçeklerindeki tozları rüzgar veya arılar alıp öteki ağaçlara taşıyorlar. Ötekiler, ancak o zaman  bu sarımsı, ballı meyveleri verebiliyorlar. Hatta  insanlar bu çiçekleri kesip dişi ağaçtaki  çiçeklerin üzerine koyup  gazete ile sarıyorlar. Zaman içerisinde gazeteler uçup gidiyor. Fakat o zamana kadar  köprüler altından sular geçiyor, tek çekirdekli  meyveler dallarında yerini alıyorlar.
            Pek çok ülkede, taze meyvesini  suda  ezerek mayalandırılmasıyla  şarap elde edilmekte, İslam’da  ise bu ağaç  cennete özgü ağaçlardan sayıldığı için çoğunlukla mezar taşlarının ayak tarafındaki süslemelerde kullanılmaktadır. Şairin dediği gibi;
   Yedi yayla kızının çelikten baltaları
Irmağa aksederek yükselince yukarı
Taşların,toprakların üstüne serildiler
Mezarlık ağaçları
      Binlerce  ölü gören, bir tek balta görmeyen,
Uzun sırat köprüsü bizden yapılır diyen
Mezarlık ağaçları
Olarak bilinen bu ağaçlar, Kuzey Afrika vahalarında kültürü yapılan, Güney Asya’da  yetiştirilen  bir tohumlu  sarı renkli, kısa silindirik,etli, tatlı ve besleyici  meyveleri olan bu ağacı tanımışsınızdır artık.
Bu ağaçların biri de benim memleketlim..Evet Trabzonlu, Trabzon hurması....