7 Kasım 2015 Cumartesi

KIBRIS’A İLK GELİŞİM


30 Eylül Pazartesi bakanlıktan elimize verilen uçak biletleri içimizde büyük bir heyecan uyandırmıştı. Sadece bir öğretmen yol arkadaşım vardı.  Onunla beni havaalanına ulaştıracak otobüse bindiğimiz zaman ikimizi de bir heyecan sarmıştı. İçimizde kıpırtılar oluşmuştu. Çünkü hem yeni yerler göreceğiz hem de ilk kez uçak yolculuğu yapacaktık. Ancak otobüs bir türlü Esenboğa Havaalanına ulaşamıyor, saatler geçiyordu. İçimizdeki heyecan yavaş yavaş kızgınlığa dönüşüyordu. İki öğretmen olarak kendi kendimize durmadan söyleniyorduk.
Saatler sonra Esenboğa Havaalanı uzaktan görüldü. Otobüs önce C Terminali’ne uğradı. Biz otobüsten inmedik. Daha sonra A Terminali’ne gittik. Çantalarımızı alıp KTHY önüne geldik. Çantalarımızı vereceğimiz de arkadaşıma sizinkiler hafif ek olarak bir iki valiz verelim dediler. Ancak biz istemedik. Çünkü içinde ne olduğunu bilmediğimiz çantaların sahibi olarak uçağa binmek istemedik.
Daha sonra pasaport kontrolünden geçerek alt katta beklemeye başladık. Havaalanındaki uçakları incelemeye ve yorumlar yapmaya başladım. Genel kanım uçakların eski ve fazla boyalı olduğu idi. Uçağımızın yarım saat rötarlı kalkacağını öğrenince oturup kitap okumaya başladım. Kitabın adı “Dönüşümcü Liderlik” yani vizyon sahibi bir lider nasıl olmalı? konusunu işliyordu. Kitaptan başımı kaldırınca kalabalığın kapıya hızla yaklaştığını gördüm. Ben de kalabalığa karıştım. Havaalanı iç otobüsü ile uçağın merdivenlerine geldim. Merdivenden çıkarken şöyle bir dönüp ülkeme baktım ve Süleyman Demirelvari bir selam verdim.
Kendimi uçağın içinde bulduğumda yerime oturdum ve hemen emniyet kemerini bağladım. Ben ki otomobilde bile hemen emniyet kemerini bağlayan Mehmet uçakta bağlamaz mı? Hem de ininceye kadar hiç açmamasına kilitledim.
 Çoğunluğu üniversite öğrencisi olan bütün yolcular oturunca “Oya Başar” benzeri bir hostes tam ortada çeşitli hareketler yapmaya başladı. Bir başka hosteste yaptığı hareketleri anlatıyordu. Nedense aklıma Levent Kırca skeçleri geldi. Gülmeye başladım. Özellikle denizcilikte kullanılan can yeleklerini nasıl takacağımızı ve şişireceğimizi anlatırken yanımdaki arkadaşıma
“-Yanlış şey anlatıyor. Onlar denizde kullanılır. Bize paraşüt nasıl kullanılır anlatsa olmaz mı? Deyince gülerek hak verdi.
Artık yavaş yavaş pist üzerinde uçak hareketlenmeye başladı. Birden aklıma Kemal Sunal’ın ölümü geldi. Başımın şiddetle ağrıdığını hissettim. Yanımdaki öğrenciye nereli olduğunu sordum. Hemşehrim olduğunu öğrenince memleketimizin güzelliklerini anlatmaya koyulduk. Amacım heyecanımı atmaktı. Birden bulutların üzerinde olduğumu gördüm. İçime korku düştü. Pilotun havanın bulutlu olması nedeniyle uçağın türbülans yapabileceğini korkmamamız gerektiğini söyledi. Bu korkumu daha fazla arttırdı. Burada arkadaş pencere perdesini kapattı. Artık daha rahattım. Uçağa zamanla alıştım. Alıcı gözle içini iyice inceledim. Daha sonra kanatları ve kanat üzerindeki kanatçıkları inceledim. Çok ilgimi çekmişlerdi. Artık aşağıya bakabiliyordum. Sanki Karadeniz Dağları’na çıkmış gibiyim ve bulutlar aşağıda kalmıştı. Tuz Gölü’nü görme girişimim başarısızlıkla sonuçlandı.
Hostesin verdiği soğuk yemekleri yerken ve sade gazozumu içerken mutlu hissediyordum.
Artık ada kendini göstermeye başlamıştı. Önce yeşillikler sonra kıraç topraklar gözüktü. Uçağımız Geçitkale Havaalanına inecekti. İyice yaklaştık ve hızla tekerlekler yere temas etti. Müthiş bir ses çıkardı. İçimden bu pilot kesin acemi dedim. Ben olsam buna zor ehliyet verirdim.

Uçaktan çıktım. Otobüse binmeden yürüyerek çıkış kapısına gittim. Aklıma 1974 Barış Hareketi geldi. Pasaport kontrolünden sonra çıktım. Valizimi aldım ve havaalanını terk ettim. Dışarıda hava mevsimine göre çok sıcaktı. Birden karşımda bir karton üzerinde benim ve arkadaşın adlarını gördüm. O kişiye doğru koştum. Ben kendimi tanıttım. Sanki kardeşini bekleyen biri gibi beni kucakladı. Bize kendini tanıttı. Arabasına bindik. Lefkoşa’ya doğru yola çıktık.