30
Eylül Pazartesi bakanlıktan elimize verilen uçak biletleri içimizde büyük bir
heyecan uyandırmıştı. Sadece bir öğretmen yol arkadaşım vardı. Onunla beni havaalanına ulaştıracak otobüse
bindiğimiz zaman ikimizi de bir heyecan sarmıştı. İçimizde kıpırtılar
oluşmuştu. Çünkü hem yeni yerler göreceğiz hem de ilk kez uçak yolculuğu
yapacaktık. Ancak otobüs bir türlü Esenboğa Havaalanına ulaşamıyor, saatler
geçiyordu. İçimizdeki heyecan yavaş yavaş kızgınlığa dönüşüyordu. İki öğretmen
olarak kendi kendimize durmadan söyleniyorduk.
Saatler
sonra Esenboğa Havaalanı uzaktan görüldü. Otobüs önce C Terminali’ne uğradı. Biz
otobüsten inmedik. Daha sonra A Terminali’ne gittik. Çantalarımızı alıp KTHY
önüne geldik. Çantalarımızı vereceğimiz de arkadaşıma sizinkiler hafif ek olarak
bir iki valiz verelim dediler. Ancak biz istemedik. Çünkü içinde ne olduğunu
bilmediğimiz çantaların sahibi olarak uçağa binmek istemedik.
Daha
sonra pasaport kontrolünden geçerek alt katta beklemeye başladık.
Havaalanındaki uçakları incelemeye ve yorumlar yapmaya başladım. Genel kanım
uçakların eski ve fazla boyalı olduğu idi. Uçağımızın yarım saat rötarlı
kalkacağını öğrenince oturup kitap okumaya başladım. Kitabın adı “Dönüşümcü
Liderlik” yani vizyon sahibi bir lider nasıl olmalı? konusunu işliyordu. Kitaptan
başımı kaldırınca kalabalığın kapıya hızla yaklaştığını gördüm. Ben de
kalabalığa karıştım. Havaalanı iç otobüsü ile uçağın merdivenlerine geldim.
Merdivenden çıkarken şöyle bir dönüp ülkeme baktım ve Süleyman Demirelvari bir
selam verdim.
Kendimi
uçağın içinde bulduğumda yerime oturdum ve hemen emniyet kemerini bağladım. Ben
ki otomobilde bile hemen emniyet kemerini bağlayan Mehmet uçakta bağlamaz mı?
Hem de ininceye kadar hiç açmamasına kilitledim.
Çoğunluğu üniversite öğrencisi olan bütün
yolcular oturunca “Oya Başar” benzeri bir hostes tam ortada çeşitli hareketler
yapmaya başladı. Bir başka hosteste yaptığı hareketleri anlatıyordu. Nedense
aklıma Levent Kırca skeçleri geldi. Gülmeye başladım. Özellikle denizcilikte
kullanılan can yeleklerini nasıl takacağımızı ve şişireceğimizi anlatırken
yanımdaki arkadaşıma
“-Yanlış
şey anlatıyor. Onlar denizde kullanılır. Bize paraşüt nasıl kullanılır anlatsa
olmaz mı? Deyince gülerek hak verdi.
Artık
yavaş yavaş pist üzerinde uçak hareketlenmeye başladı. Birden aklıma Kemal
Sunal’ın ölümü geldi. Başımın şiddetle ağrıdığını hissettim. Yanımdaki
öğrenciye nereli olduğunu sordum. Hemşehrim olduğunu öğrenince memleketimizin
güzelliklerini anlatmaya koyulduk. Amacım heyecanımı atmaktı. Birden bulutların
üzerinde olduğumu gördüm. İçime korku düştü. Pilotun havanın bulutlu olması
nedeniyle uçağın türbülans yapabileceğini korkmamamız gerektiğini söyledi. Bu
korkumu daha fazla arttırdı. Burada arkadaş pencere perdesini kapattı. Artık
daha rahattım. Uçağa zamanla alıştım. Alıcı gözle içini iyice inceledim. Daha sonra
kanatları ve kanat üzerindeki kanatçıkları inceledim. Çok ilgimi çekmişlerdi.
Artık aşağıya bakabiliyordum. Sanki Karadeniz Dağları’na çıkmış gibiyim ve
bulutlar aşağıda kalmıştı. Tuz Gölü’nü görme girişimim başarısızlıkla
sonuçlandı.
Hostesin
verdiği soğuk yemekleri yerken ve sade gazozumu içerken mutlu hissediyordum.
Artık
ada kendini göstermeye başlamıştı. Önce yeşillikler sonra kıraç topraklar
gözüktü. Uçağımız Geçitkale Havaalanına inecekti. İyice yaklaştık ve hızla
tekerlekler yere temas etti. Müthiş bir ses çıkardı. İçimden bu pilot kesin
acemi dedim. Ben olsam buna zor ehliyet verirdim.
Uçaktan
çıktım. Otobüse binmeden yürüyerek çıkış kapısına gittim. Aklıma 1974 Barış
Hareketi geldi. Pasaport kontrolünden sonra çıktım. Valizimi aldım ve
havaalanını terk ettim. Dışarıda hava mevsimine göre çok sıcaktı. Birden
karşımda bir karton üzerinde benim ve arkadaşın adlarını gördüm. O kişiye doğru
koştum. Ben kendimi tanıttım. Sanki kardeşini bekleyen biri gibi beni
kucakladı. Bize kendini tanıttı. Arabasına bindik. Lefkoşa’ya doğru yola
çıktık.